![]() |
Marc Van De Mieroop Hammurabi |
Yasaların gölgesinde yükselen bir uygarlık…
M.Ö. 18. yüzyılda Babil’in çamur tuğlalarla örülü dar sokaklarında yalnızca ticaret değil, adalet de dolaşıyordu. Hammurabi’nin bakışı, yalnızca sarayın yüksek duvarlarının ötesine değil, zamanın kendisine uzanıyordu. Onun için kral olmak, yalnızca hükmetmek değil; halkın vicdanını taş tabletlere kazımak demekti.
Yazıcılar, güneş doğmadan saraya gelir; her biri kil tabletlerin başına oturur, birer birer hükümlerin satırlarını işlerdi. Her kural, bir yaşamın aynası, bir toplumun sınavıydı. “Eğer bir adam komşusunun evine zarar verirse…” diye başlayan satırlar, yalnızca suçu tanımlamıyor, aynı zamanda ahlâkın da sınırlarını çiziyordu.
Hammurabi için yasa, bir güç değil; düzenin diliydi. O dönemde, Nil’in doğusunda ya da Anadolu’nun dağlık bölgelerinde böyle bir hukuk sisteminin varlığı neredeyse düşünülemezdi. Ama Babil’de, krallık tanrılardan güç alsa da, halkla bağı yazıyla kuruyordu.
Bugün taş sütunlar arasında okunabilen o meşhur giriş cümlesi hâlâ yankılanır:
“Zayıfı güçlüye karşı korumak için...”
Bu sadece bir adalet beyanı değil, Hammurabi’nin Babil’ine bıraktığı en güçlü mirastı.